Tuna ŞERBETÇİ
Haksızlık karşısında susan dilsiz ŞEYTANDIR

                Dile dökülemeyenleri kalpte taşımak zordur. Her kalp bunu taşıyamaz; çatlar, bunalır, bozulur. Ve bu bunaltı, başka şeylere de sirayet etmeye başlar...
tasarım59 reklam paketi
                Bazı insanlar menfaat ve çıkarları için birçok haksızlıklara göz yumuyor.
                Görmedim, duymadım, konuşmuyorum…
                Üç maymunu oynamak, etliye sütlüye karışmamaktan geçer...
                Hikâyeye göre, çok eskiden bir maymun krallığı varmış ve herkes mutluluk içerisinde yaşarmış. Bu krallığın içinde bir de şeytan yaşarmış ve maymun ülkesindeki inanca göre; şeytanı gören olursa lanetlenirmiş, krallığa da felaket gelirmiş...
                Birgün krallıkta yaşayan üç maymun, şeytanla karşılaşmışlar. Maymunlardan biri korkudan hemen gözünü kapatmış, diğeri ise kulağını, üçüncü maymun da ağzını kapatmış. Sonra birbirlerine söz vermişler, şeytanı gördüklerini kimseye söylememek için...
                O günden sonra da bu üç maymun, krallığın içinde bu şekilde gezmişler…
                Hepimizin etrafında böyle üç maymunu oynayan insanlardan vardır. Onlar, hiçbir şeye karışmazlar, varlıkları ile yoklukları belli olmayan, etkisiz eleman gibidirler…
                Kendi hallerinde, kimseye karışmadan yaşarlar, hatta çok iyi insanlardır deriz...
                FAKAT;
                Kendi halinde olmak, ya da hiç bir şeye karışmamak; iyi insan olmak mıdır?
                Kısacası bu tip kişiler, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın der gibi,
                Başım ağrımasın, rahatım bozulmasın diye susan kör, sağır ve dilsizi oynayan maymunlardır…
                Sosyal yaşamın içerisinde, mademki biz de bu toplumun bir bireyiyiz; o halde nerede, nasıl davranmalı, ne zaman tepki vermeli, neyin doğru ya da yanlış olduğunu bilmeli, ona göre davranmalıyız!
                YANİ,
                Gözlerimiz görmeli, kulaklarımız duymalı, dilimiz de konuşmalıdır.
                Sağlıklı bir toplum olunabilmesi için, birbirinin haklarına sahip çıkan, sevgi ve saygı duyan bireyler olmak gerekir. Maalesef ki bu kişilikte olan bireyler ne üzüntümüzü paylaşıyorlar, ne de sevincimizi…
                Başıma bir şey gelmesin diye korkarak sessiz kalırsan; yani korkarak, kaçarak, susarak, kabullenerek yaşarsan, her zaman bulduğunla yetinecek, sana verilene razı olacaksın. Asla hür, özgür ve kendin olamayacaksın..!
                Dinimiz şunu gerektirir; nerede bir haksızlık varsa elinle, dilinle, olmadı kalbinle ona karşı çık. Önce elinle durdurmaya çalış. Fakat buna gücün yetiyor mu? Bazı şeyleri değiştirebiliyor musun? Onlara karşı durabiliyor musun? Bu güç ve irade sende var mı? Hatta iş yerinden atılmak tehlikesini göze alarak bunları yapabilir misin? Büyük çoğunluk buna ‘hayır’ diye cevap verecek.
                Sende haksızlıklar çarkının içine dahil oldun o zaman. Yum gözünü, kapat kulağını ve çeneni, sonra da geç köşeye otur... Sızlanmaya ne gerek var? O haksızlığı dile getirerek, hatta biraz da dedikoduya vardırarak; hem kendi kalbini ve zihnini, hem de dinleyenlerinkini karartmanın alemi nedir? Müdahale edemiyorsan, susman gerekmez mi?
                Dilinle, yani sözünle haksızlığı önlemeye çalış. Fakat bunu haksızlığı yapan kişinin yüzüne söyleyerek yapmalısın. Her şeyin bir ahlâkı vardır. Burada olmuş bir şeyi başka bir yere taşıyarak, orada yalnızca fitne çıkarabilirsin… Yoksa yapılan haksızlığı önlemiş veya haksızlık yapan kişiye müstahak olan cezayı vermiş olmazsın. Bir haksızlıktan başka haksızlıklar, bir cürümden başka cürümler doğurmuş olursun...
                Yüzüne söyleyemediğini arkasından konuşarak o kişinin yaptığı haksızlığı büyütmüş, yaymış ve sonuçta ona ortak olmuş olursun. Yüzüne de söyleyemiyorsun, yapılan haksızlığı dilinle de düzeltemiyorsun, sustun... Kalbinle konuşuyorsun ve o kişinin fiiline karşı buğz ediyorsun. Eyvallah!
                Fakat nereye kadar? Hani içine at at, kendini yer bitirirsin derler… Evet, dayanmak kolay değil. Dile dökülemeyenleri, kalpte taşımak zordur. Her kalp bunu taşıyamaz, çatlar, bunalır, bozulur. Ve bu bunaltı başka şeylere de sirayet etmeye başlar...
                Örneğin kalbinde söyleyemediği şeyleri taşıyanlar, onun ağırlığına tahammül edemeyenler, mantıklı düşünemez olur. Normalde tepki vermeyeceği, yani vermesi gerekmeyen şeylere bile aşırı tepki gösterir. Sesini ayarlayamaz. Bağırmaması gereken yerlerde bağırır. Susmaması gereken yerlerde ise susar. Ona soru sorarsanız mesela, sorunun cevabını değil; başka şeyleri anlatırken bulursunuz onu... Çünkü onun kalbindeki ağırlık zihnini olumsuz yönde etkilemeye, hatta Allah korusun sadece akıl ve kalp sağlığını değil, vücut sağlığını da bozmaya başlamıştır.
                İlişkiler problemli hale gelir. Çünkü kalpte halledilmemiş bir mesele durmaktadır. Gidip onu bir kuyuya mı haykırmalı? Dağlara çıkıp oradan mı bağırmalı? Ne yapmalı? Kimseye söyleyemiyorsun, çünkü söylediğinde o haksızlığa dahil olmuş, belki de haksızlığın suçunu paylaşmışsındır. Çünkü dedikodu bu anlama gelir. Dedikodu fitneyi büyütür, haksızlıkları fitnenin kargaşalığında unutturur. Doğruyla yanlışın, haklıyla haksızın, kötüyle iyinin ayrımına varacağımız ilkeleri belirsizleştirir, yok eder.
                Son olarak “Haksızlık karşısında susan dilsiz ŞEYTANDIR”
                Başka bir konuda, bir başka yazı dizimde görüşmek dileğiyle;
                Allah’a emanet olun...


Yayınlanma Tarihi : 1/4/2024 19:03
Okunma Sayısı : 320

MURATLIMIZIN EN BÜYÜK SORUNU NEDİR?


Çevre ve hava kirliliği
Ulaşım ve otopark
Çarpık kentleşme
Alt yapı ve kanalizasyon
Asayiş ve uyuşturucu
Yeşil alan ve parklar
Yol ve kaldırımlar
reklam 1
Günlük Kurlar