Evet, Ayasofya hakkında ekranlarda çok konuşuldu, çok yazılar yazıldı fakat Ayasofya’nın nasıl yapıldığını, nasıl yıkıldığını, nasıl yakıldığını ne konuşanlardan dinledim, ne de yazılanlardan okudum.
tasarım59 reklam paketi
                İşte Ayasofya’nın hayatı 326 yılında Kilise olarak başladı ve Kilise hayatı 404 yılına kadar devam etti. Ayasofya, o tarihlerde çıkan halk ayaklanmasında yıkılmış, yerle bir olmuştur. Daha sonra tekrar ahşaptan ve çok mu çok güzel bir yapıya kavuşmuştur. Ancak bu güzel yapı 532 yılına kadar devam ettikten sonra aynı tarihlerde çıkan NİKA ayaklanmasında yakılmıştır.
                O zamanın imparatoru yeniden daha büyük, yani şu an ki durumu olan Kilise şeklinde yaptırmıştır ve bu güzel yapı 1453 yılına kadar Kilise olarak devam etmiştir.
                Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul’un fethinden sonra ufak değişikliklerle ve dört minare ile burayı Camii olarak Müslümanlara ibadetgah yapmıştır ve Kilise hayatı 916 yıl devam etmiştir.
                Ayasofya artık Camii’dir ve Fatih Sultan Mehmet Han ilk Cuma namazını cemaatle kılmıştı. Kutlu eser, 482 yıl Camii olarak Müslümanlara ibadetgah olmuş, bu durum 1935 yılına kadar devam etmiştir.
                Evet, mütareke yıllarına kadar Camii idi Ayasofya. Mütarekenin şaşkın ve ümitsiz havasında Müslümanların içini yakan bir endişeleri de Fatih’in sembolü Ayasofya Camii’nin bir ihanet ve tecavüze kurban gitmesi oldu. Bu endişe elbette onun yıkılmasından veya maddi bir tecavüze uğraması manasında değil, bizzat Fatih Sultan Mehmet Han tarafından verilmiş olan mukaddes manasına tecavüz edilmesinden ileri geliyordu.
                Ayasofya Camii’nin Kilise yapılma ihtimali can ve vatan derdine düşmüş imanlı sineleri üzüntüler içinde kıvrandırıyordu. Padişah Sultan Vahdettin böyle bir ihtimali önlemek için kendi müdafaa ve muhafazasına verilmiş askerlerin bir kısmını Ayasofya’ya göndermişti. Herhangi bir saldırıya karşı derhal ateş etme emriyle gönderilen bu insanlar, ataları Fatih’in kılıçla aldığını süngü ile koruyacaklardı. Aslında bu teşebbüs acıklı ve acıklı olduğu kadar da kahramanca bir davranışın tezahüründen başka bir şey değildi. Çünkü Ayasofya, Müslüman Türk’ün namusu idi. O günkü şartlar altında bir müfreze, üstün işgal kuvvetlerinin herhangi bir teşebbüsüne mâni olmak için çok yetersiz bir güçtü. Ayasofya’nın avlusuna kurulmuş çadırlara yerleşen bu kahraman askerlerimizin vazifesi Mabedin göğsüne uzanacak elleri kırmaktı ve bu işte ölmek de var idi.
                DEVAMI GELECEK…


MURATLIMIZIN EN BÜYÜK SORUNU NEDİR?


Çevre ve hava kirliliği
Ulaşım ve otopark
Çarpık kentleşme
Alt yapı ve kanalizasyon
Asayiş ve uyuşturucu
Yeşil alan ve parklar
Yol ve kaldırımlar
reklam 1
Günlük Kurlar